21 Eylül 2011 Çarşamba

UP IN THE AIR

İnsan tam olarak neresinde huzurlu “mülkiyet”in? İnsan tam olarak neresinde mutlu “ilişki”nin? Bırakıp herşeyi gitsek, değiştirir mi gerçekten bir şeyleri? Ne kadar debelenirsek debelenelim ilerlediğimizi hissedemezken, çabalarımızın boşuna olduğuyla yüzleşmek ne kadar zorsa; bir şeylerden vazgeçip yeni yollar çizme arayışı da bir o kadar yıpratıcı değil mi? Ürkütücü değil mi yenilikler? Birinden vazgeçmek, işinden vazgeçmek, evinden vazgeçmek göründüğü kadar kolay mı gerçekten?

Hayat içerisinde alamadığımız kararlar, yapamadığımız seçimler, bize dayatılan yaşam standardı takıntısı daha nereye kadar sürükleyecek bizi mutsuzluk uçurumuna? Bizi gerçekten mutlu edecek şeyi hiçbir zaman bilemeden mi göçüp gideceğiz bu diyarlardan?

Bir şeylerden vazgeçmek bu kadar zorken en iyisi hiç sahip olmamak mı onlara? İlişki mi daha tehlikeli bu noktada yoksa yalnız olmak mı? Bir iş yerinde çalışmak mı daha güvenli yoksa ne iş olsa yapmak mı? Kendi evinde mi daha güvendesin yoksa otel odasında mı? Bir şeylere sahip olmak ne kadar korkunçsa, ellerine baktığında onları bomboş görmek de dehşet verici değil mi?

Nereden geldiği pek de bilinmeyen ama herbirimizin içinde sinsice yer edinen “bireysel yaşam” formülünün sorunlarımızı çözeceğinden, bizi daha mutlu insancıklar haline getireceğinden çok da emin değilim. Kaldı ki herbirimizin olmazsa olmaz facebook hesapları, herbirimizin kendini bir şekilde ifade etme çabasıyla açtığı “blog”larımız yalnız olmaktan pek de hoşnut olmadığımızın ve bundan içten içe korktuğumuzun birer kanıtı aslında. Hayatımızdan çıkardığımız veya hayatından çıkarıldığımız insanlara birer nispet niteliğinde sanki yüklediğimiz fotoğraflarımız. Farkında değiliz ama bizler yalnız kalabilecek bir bünyeye sahip değiliz aslında.

Bizler yaradılış gereği var olmak adına birbirimize muhtaçken, kendimizi özene bezene döşediğimiz kavanozlara hapsediyoruz. Yalnız kalmak istiyoruz madem, neden her saniye ulaşılabilmemizi sağlayan cep telefonları başucumuzda uyuyoruz? Yetmiyor da neden cep bilgisayarları taşıyoruz? Ben facebook profil resmime geçen gün o fotoğrafı ne niyetle koydum? Bugün "post ettiğim" parçayı aslında kiminle dinlemek isterdim? Ben farkında mıyım acaba sosyal medya beni daha da bağımlı yapıyor “arkadaşlar”ıma ve eş zamanlı olarak daha da yalnız hissettiriyor? Fakat ben başım dik salınıyorum Defterdar Yokuşu’nda: “Tek başıma ayakta duruyorum ve mutluyum.” iç sesiyle.

Mutlu muyum gerçekten? Ulaşılmış ama neden istendiği anlaşılamamış amaçlarımla, karşılanmamış beklentilerimle mutlu muyum gerçekten? İnsanı eskisi gibi enerjik değilmiş gibi gösteren en büyük sebep bu belki de. İnsanın hayatına heyecan katan şey kendinden ve sevdiklerinden bekledikleriymiş meğerse. Gerçekleşmedikçe umdukların, beklediklerin bir bir tükeniyormuş, beklemez oluyormuşsun zamanla. Ve hayat otuzuna yaklaştıkça heyecandan çok endişe barındırıyormuş. Beklediğin biri olmadıkça çalan kapı zilinin endişeden başka bir şey hissettirmediği gibi... Yalnız yaşlanmak, işsiz kalmak, tutunamayıp baba evine dönmek zorunda kalmak… Bu korkular omuzlardayken, insan en fazla dans ederken zıplayabiliyormuş meğerse.


Photo by Eran Hakim